top of page

Ne Olacak Halimiz?


Size de oluyor mu bilmem! Son zamanlarda işten yorgun argın eve gelip, akşam yemeğini yedikten sonra ne zaman bir gazete açıp okusam ya da televizyon kanallarında haberleri dinlesem, içimi bir tuhaflık kaplıyor. Öylesine karamsar ve mutsuz hissediyorum ki o anlarda kendimi! Üstelik bu duygudan nasıl kurtulabileceğimi de bilemiyorum! Gazeteye bakmasam, televizyonun düğmesini kapatsam bu kez de neler olup bittiğini merak etmekten içim pır pır ediyor. Etrafımda olup biten her şey gözüme batıp, ruhumun isyan etmesine neden oluyor…

Gazete başlıklarında, televizyon ekranlarında dönüp duran felaket haberleri, iç karartan gelişmeler, sanal dünyanın bitmek bilmez algı operasyonları, bilir bilmez konuşanlar, yazanlar, ayar verenler. Koca koca kurumların uzmanlığına dudak büküp, yerine şöhret dünyasından ünlüleri akil insan, bol maaşlı danışman yapanlar. Serdümeni hapse tıkıp dümenine geçtiği gemiyi karaya oturtanlar. İnsanların hayatlarını söndüren terör olayları, patlayan bombalar, şehit düşenlerin ardından ağlayan analar babalar evlatlar, kadın cinayetleri, trafik terörü, yoksulluk, çığ gibi büyüyen işsizlik, eğitim sisteminin hoyratça tarumar edilmesi, gelecek kaygısı, gençlerin feryatlarına sağır olmuş kulaklar, adaletsizlikler, kumpaslar, tuzaklar, yolsuzluklar, hırsızlıklar, yalanlar, vıcık vıcık riyalar, tehditler, örnek olacaklarına halka tepeden bakan, azarlayan sözde liderler… Laikliğe fitne çıkaranlar, kutsal değerlere dokunup Allah ile aldatanlar! Bilgisizlik, cehalet ve görgüsüzlük tavan yapmış, bir de üstüne arsızlık yok mu! İşte insanı en çok çileden çıkartan da bu! Ve tüm bunlara rağmen benliğimi saran kabullenilmiş bir çaresizlik!... Söyleyin dostlar ne olacak bu halimiz?

Böyle anlarda derin bir nefes alıp şu soruyu kendime sorar dururum. Kime serzenişte bulunmalıyım? Beni bu karamsarlığa sürükleyen kim?

En tepedekiler mi? Hükümet mi? Bakanlar mı? Bakamayanlar yani muhalefet mi? Vali mi, Belediye Başkanı mı? Mahallenin muhtarı, apartmanın yöneticisi, yoksa kapıcı mı? Yok be kardeşim amma kendini umursayıp durursun, onların umurunda mısın sanki sen?...

Hayır hayır onlar değil!

Öyleyse şu üç günlük dünyada ruhumu limon gibi sıkan kim?

Şu can sıkıcı işim ve tepesindeki patronum mu? Parasızlık mı? Hayat pahalılığı almış başını giderken umurumda mı dünya deyip göbek atanlar mı? İnsanların birbirlerine saygısızlığı mı? Yolda yürürken fütursuzca omuz atan, yere tüküren adamlar mı? Hava kirliliği mi? Trafik magandaları mı? Her saniye düüüt düüüt düüüt korna çalıp kafa şişiren şu minibüs şoförleri mi? Arkamdan itekleyenler, sıranın önüne geçince pişkince sırıtanlar mı? Adım başı rastladığımız “Abe şu garibe bir sadaka ver!” diyen dilenciler mi? Üç beş kuruş fazla kazanacağım diye gıdalarımıza hile katanlar, sahtesini üretip iki duble zevkimizi bile bize haram edenler mi?

Yoksa her gün artan yüz çizgilerime inat azalan saçlarıma dökülen aklar, ağrıyan dizlerim ve belim mi?

Cevap vermek zor be dostum! Aslında bunlar hepimizin bildiği, yaşadığı şeyler. Lakin aynaya bakmayınca sanki her birinin ruhunu ayrı ayrı etkilediğini sanıyor insan!

Shakespeare’in Hamlet trajedisinde geçen “Olmak ya da olmamak!” şiirini muhtemelen hepiniz bir şekilde duymuşsunuzdur. Benim de, ne olacak halimiz deyip yazımda anlatmak istediğim şey yani; “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!” Belki de içimdeki tuhaflık ve karamsarlık da bundan!

“Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!” diyor ya Shakespeare. Olmamak çözüm olsa anlarım, lakin değil! Sen olmasan da başkaları olacak bu hayatta, doğada her zaman.

“Düşüncemizin katlanması mı güzel Zalim kaderin yumruklarına, oklarına Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter demesi mi?” diye devam ediyor sonradan.

İşte ben de bunu sormaya çalışıyorum zaten. Neden bu kadar karamsar ve mutsuzum sanıyorsunuz ki? Adam sanki beş yüz sene önce görmüş ve yazmış, ta dünyanın öbür ucundan, içimdekini. Bense hâlâ çözememişim şu yaşadığım zalim kaderin nedenini! Bilmem sizlerinki aynı mı? Elbette asıl konu “olmak ya da olmamak!” Ne diyor şair:

“Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine Sevgisinin kepaze edilmesine Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine Kötülere kul olmasına iyi insanın!...”

Anlamaya çalışıyorum içimdeki bu tuhaflık neden! Aynaya bakıyorum. Tek görebildiğim kendi çehrem!... O da diyor ki bana; Nazım Hikmetin şu şiirini bilmez misin sen?

“Akrep gibisin kardeşim,korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim,serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim,midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim,gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”

Demem o ki dostlar, ne olacak halimiz diye kederlenince kafayı dağıtmak için ne yapayım diye düşünürseniz bir gün; sadece hatırlatayım istedim, şu şairler; ruhumuzu bizden önce okuyup, gelecekte ne hissedeceğimizi bilen pek bir değişik insanlar!...

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page