top of page

Önyargı


İki sevgili, nehir kıyısında bir bankta el ele oturmuş, gün batımı gölgelerinin sarmaladığı nehrin alaca bulaca sularını sessizce izliyordu.

Genç kız, bir ara başını sevgilisinin omuzuna yasladı ve “Hayat şu önümüzde akan nehre ne kadar benziyor?” diye mırıldandı. Ardından “Bilirsin nehirler başlangıçta daracık bir yatakta, hızlı ve tek başına akar. Sonra kollara ayrılır, genişler ve büyür. Büyüdükçe de suların akışı yavaşlar, dinginleşir ve sonunda bir yerde denizle birleşir. Denize kavuştuğu yerde denizle nehri ayırt edemezsin; artık o çok daha büyük bir bütüne karışmış ve denizin parçası haline gelmiş, bütün önyargılardan kurtulmuştur. Denizle birleşmek nehri ölümsüz kılar. Aynı şu nehrin suları gibi, babam denize kavuştuğundan beri benim için ölümsüz oldu.” dedi.

Genç adam “İlginç bir benzetme! Nereden aklına geldi ki?” diye sordu.

Genç kız cevap vermeden önce bakışlarını sevgilisinin gözlerinin derinliklerine çevirdi. “Yaşamım daracık bir nehir yatağandaki gibi öyle hızlı aktı ki, önyargılarımın girdabında yıllarca babamdan nefret ettim!”

Genç adam şaşırdı. “Nefret mi? Bana bundan hiç bahsetmemiştin!”

“Boş ver! Uzun hikâye.” dedi genç kız, bir an için söylediklerinden pişmanlık duyarcasına, gözlerini sevgilisinden kaçırarak. Sonra nehrin yeşile çalan sularına donuk bir yüz ifadesiyle bakarken derin bir soluk aldı ve “Ben aslında bütün erkeklerden nefret ediyordum!” dedi fısıltıyla.

“Anlamadım?” diye tepki gösterdi genç adam bu kez, bir yandan da sımsıkı tuttuğu genç kızın elini usulca bırakırken.

“Yanlış anlama seni kastetmiyorum. Ama babamı hatırlattıkları için benim erkeklere hiç güvenim yoktu.”

“Baban, güvenini bu denli bozacak ne yaptı ki sana?”

Genç kız soruyu duymamışçasına sessiz kaldı; bir süre daha birlikte nehrin sularını izlediler.

“İlk zamanlar aklıma geldiğinde günlerce ağlardım. Sonra ağlamayı bıraktım çünkü içimden yükselen nefret duygusu, artık gözyaşlarıma etki etmiyordu” dedi nehrin üzerinde uzayıp giden ağaç gölgelerini izlerken. “Onun suçlu olduğundan çok emindim. Yaşaması gereken annemdi. Babam bencil davrandı ve buna izin vermedi. Hem annemin hem de benim yaşamımı mahvetti!”

Genç adam hayretler içinde kalmıştı. Sevdiği kız, ona bakmıyor sanki kendi kendisiyle konuşuyordu.

“Gemiyi terk anonsu yapıldığında ailece kamaramızdaydık; tam yatmak üzereydik. Sanırım saat gece yarısını biraz geçmişti. O gece, yemek boyunca annem çok neşeliydi. Neden öyleydi bugün bile anlamakta zorluk çekiyorum. Aslında her zaman babamın içmesine kızan annem bu kez onun üst üste devirdiği kadehlere karışmıyordu. Babam kadehini sürekli annem için kaldırıyor, bir dikişte bitirdikten sonra hep birlikte gülüyorduk. Neye güldüğümüzü pek hatırlayamıyorum. Zaten o zaman on yaşındaydım. Düşünsene sadece on yaşında! Ailece yemek yediğimizde, babam annemi güldürecek bir şeyler muhakkak bulurdu. Annem ve babam birlikte güldüklerinde niye güldüklerini bilmesem bile ben de onlara katılırdım. Çocukken insanın ailesiyle birlikte kana kana gülmesi kadar güzel bir şey var mı şu hayatta?

Ailece gemi turuna çıktığımızın üçüncü günüydü. Hep birlikte çok güzel vakit geçiriyorduk. Akşam yemeğinden sonra açık güvertede kısa bir gezinti yaptık. Hava serindi ve denizin nemi rüzgârla birlikte insanın içine kadar işliyordu. Ardından kamaramıza geçtik. Kıyafetlerimizi çıkartıp pijamalarımızı giydik. Uyumam için annem bana hikâye kitabı okurken birden kulakları yırtarcasına bir alarm sesi çalmaya başladı. Ardından ‘Dikkat, tüm yolcuların dikkatine! Talim değildir. Bütün yolcular beş numaralı güvertede toplansın. Gemi terk edilecektir. Dikkat! Dikkat! Bu bir talim değildir. Bütün yolcular beş numaralı güverteye. Gemiyi terk filikalarına binişte görevli personelin komutlarına uyunuz!’ şeklinde anons sesleri yükseldi. Hepimiz bir anda donup kaldık; en önce babam harekete geçti; beni kucağına aldığı gibi sıkıca bir battaniye ile sarmaladı. Annemin yüzü beyaza kesmişti. Babam ‘Korkmayın canlarım, şimdi ne olduğunu anlarız,’ dedi. Kamaranın kapısını açtığımızda insanların panik halinde koridorda koşuşturduğunu gördük.”

Genç kız bir süre elinde yuvarlayıp durduğu taşa boş gözlerle baktı, sonra onu nehrin kararmış sularına doğru hırsla fırlattı.

“O gün yaşadıklarım asla gözümün önünden gitmiyor. Gemi zabitlerinden biri güverteye çıktığımızda beni kucağına aldığı gibi bir filikaya uzattı. Filikadaki denizci ‘Sadece bir kişi daha binebilir efendim’ diye bağırıyordu zabite. Arkama baktım, beni filikaya bindiren zabit, annem ve babamla hararetle tartışıyordu. Korkudan kaskatı kesilmiştim. Onların hemen yanıma gelmesini istiyordum. Sonra zabitin oradan ayrılıp başkalarına yöneldiğini gördüm. Bu kez annem ve babam birbirlerine bağırmaya başladılar. Etrafımızdaki insanlar çığlık çığlığa haykırıyordu. Oysa annem ve babam güvertede oyalanıyor ve her nedense bir türlü filikaya binmiyorlardı. Filikadaki denizci ‘Bayım gitmemiz lazım hemen filikaya atlayın!’ diye seslendi. El kol hareketlerinden bir şey üzerinde anlaşamadıklarını hissediyor ama gürültüden ne söylediklerini duyamıyordum. Her ikisinin gözlerinde de korku ve çaresizlik vardı. Önce babam annemi kolundan tutarak küpeşteye doğru sürükledi. Annem direndi ve babamın kollarından kendini kurtardı. Filikaya binmekten mi korkuyordu, anlayamıyordum! Yapabildiğim tek şey dua etmekti. Allah’ım n’olur bizi kurtar!

Gemi her dakika daha fazla yan yatıyor, güverte üzerinde insanlar çığlıklar atarak yerlerde yuvarlanıyordu. Gemi sanki filikanın üzerine her an devrilecekmiş gibiydi; hızla karanlık denize doğru kayıyorduk. Babam annemin kolunu sıkıca tutuyordu. Filikadaki denizci tekrar güverteye doğru haykırdı. ‘Bu son şansınız, şimdi atlamazsanız halatları kesiyorum.’ Annem ve babam birbirleriyle çekişirken birden babam annemin elini bıraktı ve tek bir hamleyle filikanın içine atladı. Yerimden zıpladığım gibi babamın beline sarıldım ve ‘Anne, anne sıra sende, korkma haydi atla! diye haykırdım.’ İşte o anda, herkesin dehşetle etrafına bakındığı sırada, annemin gülümseyerek el salladığını fark ettim. Bize doğru haykırarak bir şeyler söyledi ama sözleri duyulmadı, gürültü ve rüzgârın sesine karıştı. Gemici, filikanın iplerini kesti, denize sert bir şekilde düştük ve ardından geminin yanından uzaklaşmaya başladık. Gemi yan yatmaya devam ediyordu, annem güvertede kalmıştı. Tüm gücümle haykırıyordum. ‘Anne, anne hemen denize atla!’ Sesimin filikanın içinde bile duyulmadığının farkında değildim. Panik halinde insanlar küreklere sarılmış batan gemiden en uzağa kaçmaya çalışıyordu. Artık annemi göremiyordum. Kaybolmuştu. Gemi birkaç dakika içinde karanlık sulara gömüldü. Denizin üstünde girdaplar oluşmuş, dalgaları filikamıza çarpıyordu…

Ben çığlık çığlığa bağırmaya devam ediyordum. Sonra babamın yüzüne baktım. Rengi bembeyazdı. Heykel gibi kımıldamadan duruyordu. Ne bağırıyor, ne de anneme yardım etmek için herhangi bir şey yapıyordu. Beline sardığım kollarım çözüldü, yanından ayrıldım. Filikanın arkasındaki gemiciye doğru ilerledim ve tanımadığım adama yumruklarımla vurdum. ‘Geri dönelim, hemen geri dönelim annemi orada bırakamayız!’ Ama beni dinlemedi! Denizin üzeri, bizim gibi insanların doluştuğu bir sürü filikayla kaynıyordu. Her biri bir tarafa doğru gidiyordu. Çaresizlik içinde bulunduğum yere çömelerek oturdum. O an babamın annemi kurtarmak için çaba göstermediği fikri zihnimi sardı. Annem çok gençti. Yaşamayı hak eden oydu. Babam neden onu filikaya bindirmedi? Neden sadece kendi canını kurtardı? İşte bu duygular zihnimde belirdiği andan itibaren babamdan ve bütün erkeklerden nefret etmeye başladım.”

“Annenin ve babanın hayatta olmadıklarını biliyordum hayatım ama böyle bir trajedi yaşadığından bana bahsetmemiştin. Gerçekten çok üzüldüm. Bu anlattıklarından sonra babana kızgınlığını anlayabiliyorum.” dedi genç adam.

“O kazadan sonra artık babamı görmek istemiyordum. Günlerce kavga ettik. Her defasında ‘Lütfen beni dinler misin?’ demekten başka bir şey yapmıyordu. Sanırım sonunda bir daha asla onu sevmeyeceğimi anladı ve beni uzaktaki bir şehirde yatılı okula gönderdi. Ortaokul, lise ve üniversite yıllarımda neredeyse yüzünü hiç görmedim diyebilirim. İlk yıllar sık sık okuluma ziyarete gelirdi. Bu ziyaretlerinde görüşmeyi kabul etmeyerek, ona ders vermeye çalışır ve içimdeki nefret duygusunun geçmediğini anlamasını isterdim. Öğretmenlerim ve idareciler babamla görüşmem için bana saatlerce dil dökerlerdi. Neden görüşmek istemediğimi sorduklarında hiçbir cevap vermez, sadece susardım. O gittikten sonrada yatağıma döner saatlerce ağlardım. Yaz tatillerinde eve gitmiyordum. O dönemleri annemin akrabalarından birinin yanında geçirirdim. Acıdıkları için olsa gerek akrabalarım bana iyi davranırlardı. Bir süre sonra kendisiyle görüşmek istemediğimi anlayan babam ziyaretlerini kesti. Artık ondan tamamen kurtulmuştum. Lise mezuniyet törenime geldiğini ve uzaktan diploma alışımı seyrettiğini hatırlıyorum. Yıllarca yüzünü görmedim, zaman hızla akıyordu. Üniversite mezuniyet töreninde arkadaşlarımla birlikte neşeyle sohbet ederken birden karşıma çıktı. Arkadaşlarımın elini sıkarak her birini tek tek tebrik etti. Sonra tebrik etmek için bana doğru hamle yaptı. Bütün arkadaşlarımın gözü bizim üzerimizdeydi. Nefretim artık kabuk bağlamıştı. Onu gördüğümde ağlamamaya ve tek bir söz bile etmemeye kendime söz vermiştim. Buz gibi bir ifadeyle, uzattığı elini sıktım. “Tebrik ederim” dedi. Tepki göstermedim. Bir süre bakıştık. Şakaklarındaki saçlar ağarmıştı. Gözleri hafifçe nemliydi. İçimden yükselen bir ses ‘Bu bencil adam istese annemi kurtarabilirdi!’ diye haykırdı. Elimi yavaşça bıraktı, tam ayrılırken, “Nasılda annene benzemiş ve güzelleşmişsin kızım” diye fısıldadı ve çekti gitti. Bu onu son görüşümdü.

Ertesi yıl vefat haberini aldım. Farklı şehirlerde yaşıyorduk, cenazesine gitmedim. Ölüm haberini ilk duyduğumda hissettiğim, babamın bu kadar yaşamayı hak etmediğiydi. Aslında babam öldüğünde en fazla elli yaşında ya var ya yoktu, yaşlı sayılmazdı. Ama içimde beslediğim nefret duyguları o zaman bunu görmemi engelliyordu.

Bir ay sonra babamın küçük kardeşi iş yerime geldi. Amcamı yıllardır görmemiştim. İstemediğimi belirtmeme rağmen, babama ait bir çanta bıraktı ve yanımdan ayrıldı. Eve geldiğimde çantayı açtım. İçinden bir albüm, günlük ve kocaman eski bir zarf çıktı. Albümde bebekliğimden bugüne tarih sırasıyla düzenlenmiş yüzlerce resmim vardı. Bu resimlerin benden habersiz nasıl çekildiğini anlayamadım! Hem sinirlendim hem de şaşırdım! Üstelik çoğu lise ve üniversite yıllarıma aitti. Demek babam beni sürekli gizlice takip etmişti. Çantanın kapağını kapattığım gibi bir kenara fırlatıp attım.”

“Günlükte, zarfın içinde neler olduğunu merak etmedin mi?”

“O anda hayır. Hala önyargılarımın esiriydim.”

“Az önce baban denize kavuştuğunda senin için ölümsüz oldu demiştin!”

“Evet. Bunu söylememin nedeni şu: Bir gece rüyamda annemi gördüm, bana ‘Sen artık büyüdün, koca bir kız oldun, dinginleşmen ve yaşama derinliğine kök salman gerekir; mutlu olmayı herkesten çok hak ediyorsun. Önyargılarını bırak! Şunu unutma ben sonsuza kadar babanla birlikteyim yavrum!’ diye seslendi. Uyandığımda sersem gibiydim. Ne yaptıysam tekrar uyumayı başaramadım. Gözüm salonun bir köşesine fırlattığım çantaya takıldı. Kapağını açıp albümdeki resimlere tekrar tekrar baktım. Sonra elim günlüğe gitti. Sayfaları babamın el yazısıyla doldurulmuştu. İlk sayfayı okumaya başladım:

‘Sevgili kızım. Anneni gemi kazasında kurtaramadığım için beni sorumlu tuttuğunu, o küçücük kalbinin önyargıların yüzünden nefret duygularıyla dolu olduğunu biliyorum. Belki bu yazdıklarımı da okumadan bir kenara fırlatıp atacaksın. Senden istediğim sadece bu ilk sayfayı bitirmen. Şunu bilmeni isterim ki hayatta en fazla arzu ettiğim şey, annen ile birlikte o denizin derinliğinde sonsuza kadar bulunmaktı. Gemide birlikte kalıp aynı kaderi paylaşmam için annene yalvardım… Ama o, senin tek başına yaşamana razı olmadı. Madem bir kişinin hayatta kalma umudu vardı, o halde, filikaya benim binmemi ve seni ikimiz içinde büyütmemi vasiyet etti. O deniz yolculuğuna çıkmamızın nedeni son günlerinde annenin mutlu olmasını sağlamaktı. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulma ümidi hiç yoktu. Bu sözlerime inanmayabilirsin; zarfın içinde annenin hastalığıyla ilgili belgeler var, istersen onlara bakabilirsin. Doktorlar sadece üç haftalık ömrü kaldığını söyleyince, bu zamanı hep birlikte geçirebilmemiz için o deniz yolculuğuna çıkmıştık. Sen o zaman çok küçüktün ve bunu sana söyleyemezdik.

Albümdeki resimleri görünce üniversiteyi bitirene kadar seni her gün yakından takip ettiğimi anlamışsındır. Senin her başarın kalbimdeki acıları azaltan bir ilaçtı. Artık kocaman bir genç kız oldun. Tıpkı annenle hayalini kurduğumuz gibi. Annenin vasiyetini yerine getirdiğime göre onun yanına huzurla gidebilirim. Şunu bil ki annen ve ben seninle hep gurur duyduk. Seni her zaman seven baban.’

Günlük elimden düştü. Bütün önyargılarım o anda buhar oldu, uçtu gitti. Yıllardır bırakmıştım, sarsılarak ağlamaya başladım. Babalar aslında en çok kızlarını sever, dediklerinde ben inanmazdım, keşke ona doya doya sarılsaydım…”

Not: Önyargı ana fikri internette dolaşan anonim bir kısa yazıdan esinlenilmiştir.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page