Bodrum'da Bu Yaz
- Tamer Şahin
- 26 Eyl 2016
- 5 dakikada okunur


Bu yaz Bodrum’da neler oldu neler! Kışın o kasvetli günlerinde saatlerce Bodrum’u düşünüp sakin, huzurlu ve güzel bir dönem geçirmenin hayalini kurmuş, hatta çoktandır okumayı planladığım kitapları bavuluma koyup yaz boyunca hepsini bitirmeye niyetlenmiştim. Peki, bu hayallerim gerçekleşti mi? Ben anlatayım buyurun kararı siz verin.

Mesela: Yaz klasiği olarak Yarımadada yangınlar hiç bitmedi; güneyinden kuzeyine, batısından doğusuna maalesef yanmamış yakılmamış yer bırakılmadı. Yüreğimiz dağlandı. Tüm bölge itfaiyeleri canla başla sezon boyunca kahramanca çalıştı; hâlâ da çalışıyorlar.

Son yılların trajedisi Suriyeli mülteciler ve göçmen operasyonları da hiç durmadan devam etti.

Bu yıl elde olmayan nedenlerle yabancı turist sayısı azalsa da, çok şükür iki bayram birden yaz dönemine rastlayınca ortalık yerli turistlerle doldu, taştı. Şu işe bakın! Bodrum-Kadıköy belediyeleri bile gelen giden çok olunca sanal ortamda espriyle yarıştı.
Kırk yedinci kez patlayan ana su isale hattı, tıkanan kanalizasyon boruları, AYDEM çukurlarına düşen arabalar, trafik kazaları, uyuşturucu cinayetleri, talan edilen halk plajları, fahiş fiyatlar, yerli ve birazda yabancı yüksek sosyete haberleri gazete sayfalarından doldu taştı.
Gerçi bütün bunlar, hepimizin gözü önünde yıllardır olup bittiği için bildiğiniz şeyler ama yine de yazmaya değer. Bir yıldır Bodrum Baskısı isimli bu gazetede köşe yazısı yazıyorum. Bugüne kadar yazdıklarımda daha önceden bilmediğiniz ne vardı ki? Sağ olun, var olun okurlarım olarak beni, beğeni ve yorumlarınızla her zaman onurlandırdınız. Edebiyatın ustaları en iyi yazılar insanlara zaten bildiklerini söyleyen yazılardır, derler. Benim yapmaya çalıştığım bu tavsiyeye uymaktı.

Her neyse konuyu dağıtmayayım! Bu yaz neler oldu ondan bahsedeceğim. Sezon başında ailece Bodrum’a geldik; Turgutreis mahallesinde yazlık evimizi açacağız. Aman Allah’ım o da ne? Bütün kentte yollar kazılmış, kablo kanalları kanalizasyon çukurları derin mi derin öylece duruyordu; doğru dürüst çalışan da yok, sağda solda üç beş işçi hepsi bu, evimizin bulunduğu siteye girmek bile mesele; ortalık tam bir felaketti! Ülkenin gidişatı dikkate alınarak sanki bu yaz bölgeye yabancı turist gelmeyeceğine herkes öyle inanmış görünüyordu ki, kimse parmağını oynatıp turizm sezonu başladı, haydi yarım kalan şu işleri tamamlayalım demiyordu! Böyle ah vah içinde mayıs ve haziran aylarını geçirdik. Neyse ki Temmuz olunca Ramazan Bayramı imdadımıza yetişti. Bayramda yerli turistler bölgeye gelir, bari onlara mahcup olmayalım filan denilerek herhalde, elektrik hatları yerin altına alındı, kanallar kapatıldı, yeni elektrik direkleri dikildi, arife gününe kadar yalap şalap da olsa kapatılan çukurların üzerine mıcır döküp, yol yapıldı demeye dilim varmıyor, bazı yerlerde kısmen satıh düzeltildi. Kadıkalesi sakinleri şanslıydı, yol gıcır gıcır asfalt kaplandı. Turgutreis mahallesinde yol deniz kıyısından geçiyordu, bazı sitelerin duvarları yıkılıp güzergah binaların olduğu tarafa çekilip, denizden üç beş metre uzaklaşıldı; lâkin sahil boyunca yıllardır yapılma sözü verilen plaj, kaldırım, bisiklet yolu gibi düzenlemeler sanki bir başka bahara kaldı!...
Gözüm hep bu işlere takılı kaldı zannetmeyin, ufak tefek olumsuzluklara boş verip, o güzelim yaz günlerinin tadını çıkartabilmek için deniz kıyısında kumların üzerinde şezlonguma şöyle güzelce uzanıp kitaplarımı okumaya başladım. Bavuluma bu yıl hangi kitapları koyduğumu merak ediyorsanız söyleyeyim: Düşman Yaratmak Umberto Eco, Geleceğe Güven ve Yakıcı Sır Stefan Zweig, Sarhoşlar Orhan Kemal, Türklük Müslümanlık ve Osmanlı Mirası Halil İnalcık, Bülbülü Öldürmek Harper Lee, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı Jean Jacques Rousseau, Sorgulayan Denemeler Bertrand Russell, Tutunamayanlar Oğuz Atay, Nasıl Yapmalı Nikolay Gavriloviç Çernişevski, 1984 George Orwell. Bazıları haydi canım bütün bu kitapları o sıcağın altında okudun mu diye sorabilir. Vallahi bazen plajda bazen de evin verandasında okuyup çoğunu bitirdim; Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ına nedense tutunamadım; Çernişevski’nin ikinci cildine yeni geçtim. Kimi kitabı çok beğendim, yararlandım, bilgiyle donandım, kiminde yazılanlara şaşırdım, saatlerce düşünüp kaldım!
Neden mi? Çok basit. Buyurun size bir örnek. Yaz ortasında okuduğum 1984 isimli romanda George Orwell okuyucuya şöyle sesleniyordu:
“Liderler, televizyonlarda, gazetelerde, mitinglerde buldukları her fırsatta insanlara yalan söylüyorlar. Tarihi gerçekleri saptırıyorlar. İnsanlara dünyaya ilişkin düzmece bir bakış açısı dayatmaya çalışıyorlar. İnsanlar sanki küçük nesneleri görebilen ama büyük nesneleri göremeyen karıncalara benzemeye başladı…
***
Hem bilmek hem de bilmemek, bir yandan ustaca uydurulmuş yalanlar söylenirken bir yandan da tüm gerçeğin farkında olmak, çeliştiklerini bilerek ve her ikisine de inanarak, birbirini çürüten iki görüşü aynı anda savunmak; mantığa karşı mantığı kullanmak, ahlaka sahip çıktığını söylerken ahlakı yadsımak, hem demokrasinin olanaksızlığını hem de kendi partisinin demokrasinin koruyucusu olduğuna inandırmak; bile bile yalan söylemek, artık uygun görülmeyen her türlü gerçeği unutturmak, sonra yeniden gerektiğinde gerektiği sürece anımsatmak, sonra birden yeniden unutuvermek; bilinçli bir şekilde bilinçsizliği özendirmek. Geçmiş silinmekle kalmıyor, silindiği de unutturuluyor, sonunda yalanlar gerçek olup çıkıyor…
Bütün bunları neden yapıyorlar, geleceği istedikleri şekilde şekillendirebilmek için. Çünkü geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar…”
Böyle ciddi laflarda sıkıldınız gari! Lütfen yanlış anlaşılmasın sanki biraz tanıdık gelen bu sözleri ben değil, altmış altı yıl önce hayata veda eden George Orwell isimli yazar söylüyor.
Bendeki şansa bakın! Ülkemizde 1984 yılında yayınlanmış, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört isimli geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosunu anlatan bu kitabı, tam ben okurken Temmuz ortasında darbe oldu… Moral bozacak halim yok, derhal o kitabı okumaya ara verdim!
Neyse bütün bu yazdıklarımın gayesi ona buna, hele siyasetçilere laf söylemek değil, sadece yaz boyu olup bitenlerin altını kabaca şöyle bir çizmekti, laf nerelere gitti! Hemen toparlanıp olaylara olumlu yönden bakmaya başladım. Neden? Çünkü darbe, Suriye olayları, etrafı saran alevler, terör, patlayan bombalar, turizmde kriz bunların hepsi yüreğimizi yaksa da, çok şükür bölgeyi teğet geçti; bayramların bereketinden bütün Bodrum öyle ya da böyle yararlandı. Vatandaş demokrasi nöbetlerinde ellerinde bayraklar sokaklarda özgürce yürüdü; içini boşalttı, rahatladı…

Arada başka olaylar olmadı değil. Başta da kısaca bahsetmiştim, mesela bütün Bodrum yarımadasına su sağlayan ana boru hattı Torba kavşağında güm diye patladı… Mübarek boru hattı öyle bir yerden delindi ki, aşk olsun. Yapanlar böyle olacağını bilemezlerdi(!) Hay aksi bir de üzerine iş yeri inşa edilmemiş mi! Boru hattı toprağın altından geçtiği için görünmeyeceğinden inşa izni verilmesini kınamak abes kaçar; onarımı da haftalar aldı! Yetmedi Bitez, Yalıkavak, Geriş Mahallelerinde çata pat gibi ardı ardına patlamalar devam etti. Yarımada yollarında içme suları sel olmuş akarken, insanlar bayram süresince susuzluktan kırıldı, ortalık pislikten geçilmez oldu. O suçlu, bu suçlu, hayır diğeri suçlu diye atanmışlar seçilmişler birbirini suçladı; sonunda onarımlar bitti, musluklara su geldi; unutuldu gitti.

Bu yetmedi, tam bayram öncesi Turgutreis mahallesinde, aslında mahalle dediğime bakmayın kocaman bir kasaba, kanalizasyon şebekesi tıkanınca birkaç yerden birden patladı ve her yeri pislik bastı. Caddelere yayılan pislikler denize sürüklendi. Kokudan burunlarımızın direği kırıldı. Sorumlular, ilgililer ve yetkililer sağ olsunlar var olsunlar, yatırım yaparken mahalle deyip boş veriyor veya resmi tabirle alt yapı yatırımlarında tasarrufa gidiyorlar ya, 1,5 milyon vatandaş bölgeye tatile gelince, yani kapasitenin onlarca misli kişinin pisliği ve def i haceti sisteme basılınca buna kanalizasyon mu dayanır, tabii ki dayanamadı. Suçlu kim? Kim olacak; alt yapı yetersizliklerini umursamadan bölgeye tatile gelen yerli turistler elbette! Sıkmayalım canımızı! Olan olmuş bir kere, bilirsiniz bayram ve tatil günlerinde böyle arızaları onarmak veya önceden tedbir almak mümkün değildir! Patlakların başına birer vidanjör görevlendirildi, gelen geçen araçlar/yayalar pisliğe bulandı, bayram sonrası yaparız diyerek, rahmetli Levent Kırca’nın “Olacak O kadar” skeçlerini aratmayacak şekilde güzelce idare-i maslahat yapıldı…
Biliyorsunuz seçilmiş ve atanmış liderler bu tip durumlarda, medyaya süratle müdahale edeceğiz/ediyoruz mesajı verirler. Bu mesajlar, geçmişte yapılan veya yapılmayan yani her türlü hatalı işlemin düzeltilmesi ve sorumluluktan kurtulmak için sihirli bir formül gibidir; gönlümüze su serper, tartışmaları ve şikâyetleri bıçak gibi keser! Bölgeye gelen on binlerce insanın ihtiyaçları, trafik sıkışıklığı, suların akmaması, kanalizasyon arızaları, ortalığı pislik götürmesi gibi talihsiz olaylar biter mi? Bitmez. Doğal olarak vatandaştan beklenen, bu tip münasebetsiz olaylar yüzünden moral bozmayıp bizi yönetenleri şükranla sevmeye devam etmektir!
Ben bu yaz iyimserdim! Çünkü şu yukarıda bahsettiğim George Orwell var ya, işte o, yıllar önce şöyle yazmış: “İnsanlardan tek istenen, gerektiğinde kışkırtılabilecek ilkel bir yurtseverliktir.”
Oh ne güzel. Bizde de bundan yeterince var. Daha ne isteyelim!
Comments