top of page

Turizm ve Güvenlik

Türkiye’nin kalkınma stratejisi veya politikası nedir? diye sorsanız, muhtemelen şu tarihte bu olmuş, bu tarihte şu olmuş diye uzun bir iktisat tarihi hikâyesi dinleyebilirsiniz.

Önce Cumhuriyetin kurucuları iktisat kongresi yapıp bazı kararlar almış; milli kaynakları kullanarak yerli sermaye oluşturulmaya çalışılmış; efendim özel sektör teşvik edilmiş, aynı zamanda devlet himayesinde tarım ve sanayi geliştirilmeye çalışılmış; ardından yabancı sermaye istenmiş; yetmemiş Amerika’ya açılınmış, ittifaklara girilmiş, asker gönderilmiş, üsler verilmiş karşılığında borçlar alınmış; yetmemiş kalkınma planları yapılmış, o da yetmemiş yalvar yakar gene dışarıdan borç istenmiş; ekonomi dışarıya açılmış, liberal ekonomi gemisine binip meçhule yelken açılmış; yeter mi yetmeeez, daha fazla yabancı sermaye istenmiş; gelmiş, yenmiş, verilmiş, bitirilmiş; yerseniz kimi aş ve işe, kimi yol, su ve elektriğe gitti denmiş; gene istenmiş gene istenmiş!… Uzatmayayım biz hâlâ gelen bu sıcak paraları yiyerek ülkemizi kalkındırmaya çalışıyoruz...

Bu hikâyeleri dinler ama kalkınmanın motoru nedir sorusunun cevabını doğru dürüst bulamazsınız!... Gerçekten böyle bir motor var mıdır? Bilmem!

Hikâye kısmını kenara bırakıyorum. Günümüze dönersek şu anda kamuoyuna açıklanan hükümet programı, Kalkınma Planı, Meclisin bu konuda çıkardığı yasalar, Başbakanımızın son turizm teşvik paketi ve bakanlıkların web sayfasından kamuoyuna duyurdukları resmi haberlere istinaden Türkiye’nin kalkınma politikası için resmen yazılı olanlar özetle şunu gösteriyor:

Birincisi; Türkiye istihdam sağlama oranı en yüksek sektörlerden biri olan turizm ile kalkınacaktır… Master turizm planlarına bakarsak, şu içinde yaşadığımız Bodrum dâhil kıyılarımız da esasen deniz turizmi ile kalkınacaktır. Bu ne demektir? Şu demektir: Kalkınmamız çok hassas dengeler ve başkalarının kültür, gezi ve tatil ihtiyaçları üzerine kurulu demektir…

İkincisi; Türkiye hizmet sektöründe yapacağı muhtelif alanlardaki yatırımlarla kalkınacaktır.

Yani Türkiye kalkınma yolunda tarım defterini kapatmıştır. Sanayi ile kalkınma politikasında da pek ciddi bir başarı yakalanamamıştır. Uygulamalar zaten herkesin malumudur. Nostalji yapmak hoş gelse de bunları tartışmaya açmanın bir faydası kalmamıştır. Yerine hizmet sektörü ve onun lokomotifi olan bacasız sanayi turizm konmuştur.

Peki, şimdi turizm ile kalkınacak isek turizmin esası nedir? Herhalde sadece iç turizm olmasa gerek. Birbirimizi ağırlayıp ne kadar katma değer yaratabiliriz ki? Tarımın ve sanayinin yaratacağı katma değerleri ve işgücü kapasitesini turizm sektörünün sarıp sarmalayabilmesi için bütün bir yıl boyunca ciddi sayıda paralı yabancı turist gelmesini sağlamamız gerekir. Öyle değil mi?

Eğer durum böyle ise:

Size bir soru: Yurt dışında bir yere gitmek isteseniz öncelikle canınızı tehlikeye atacağınız, her an yanınızda bombaların patlayacağı, kim vur duya gidebileceğiniz, Allah korusun başınıza bir şey gelince de hiçbir şekilde hesap soramayacağınız, hukuk kurallarının işlemediği bir ülkeyi mi tercih edersiniz? Yoksa hayatınızın güvende olacağını hissedeceğiniz, göreceklerinizin sizin yaşamınıza ilave tatmin duygusu katacağına inandığınız bir ülke mi seçersiniz? Tabi aşırı adrenalin bağımlısı kişiler için bu sorunun cevabı değişebilir. Ancak ben canımı sokakta bulmadığım için güvenli olan ülkeyi seçerim…

O halde hayal edilen sayıda yabancı turisti ülkeye çekebilmek için önce ülkenin güvenliğinin sağlanması lazım. Yani sadece kâğıtlara, bu ülkenin kalkınması turizmden geçer yazarak, bu iş olmaz, önce ülkeyi güvenli hale getireceksiniz. Dönüp bir bakın etrafınıza, bu ülkede her gün onlarca insan terör yüzünden hayatını kaybediyor. Bundan yabancılara ne demeyin, onlarda bu acılardan payını alıyor, hatırlayın en son İstanbul’da patlayan bomba on Alman turistin canına mal oldu.

Ülkemizin etrafı istikrarsız ülkelerle dolu elden ne gelir denebilir. Elbette ülkenin geostratejik konumu çok önemli, ancak yangına körükle gitmenin de bir alemi yok! Mesela ülkenin şu son birkaç yıldır güvenliğini bozan Suriye’deki olaylar mı, yoksa hatalı Suriye politikası mı? Suriye’deki yangını körüklemek mecburiyetinde miyiz? Oradan yükselen alevlerin şehirlerimizin sokaklarında yangınlara dönüştüğünü görmez isek uygulanan politikanın hatalı olduğunu nasıl anlarız? Ayrıca bütün komşularımızla inatlaşmak zorunda mıyız? İnatlaşma ile güvenlik sağlanır mı? Eğer inatlaşarak güvenliği sağlayacak isek, yani inatlaşma kaçınılmaz ise, o halde turizm yerine bu işlerden daha az etkilenecek bir kalkınma politikası seçmemiz gerekmez mi? Akıl nerede, Akıııl! Kime söylüyoruz ki…

Bu yazının maksadı iktidara çatmak değil, yapılanların sebep sonuç ilişkilerini görmeyen, birbirinden ilintisiz kararlar alan, sonrada bu birbirinden kopuk kararların sonuçlarının bir dağın tepesinden yuvarlanan çığ gibi üzerimize canımızı almak için yuvarlandığını anlatmak içindir. Oylarımızı verip başa getirdiklerimizin; kâğıtlara yazdıkları, meydanlarda ettikleri caf caflı laflarla şöyle kalkınacağız, böyle kalkınacağız, ülkemizin insanlarının refahı artacak gibi sözlerinin doğru olmadığını her gün yaşadığımız gerçekler gösteriyor.

Geçenlerde Başbakanımız turizm teşvik paketini açıklamıştı. Ben de aldım okudum. İçindeki tedbirler daha fazla yabancı turist gelmesine yönelik değil, sanki gelmeyeceği belli olan turistlerin büyük üç beş şirket üzerinde yaratacağı tahribatın önlenmesine yönelik. Turistleri sadece büyük operatörler mi getiriyor? Bas bas bağırıyor turizmciler: Sizin yardımda bulunacağınız çapta operatör sayısı bir elin parmaklarını geçmez diye… O halde yapılan nedir? Alenen milletin parasını turistin gelmeyeceği belli olduğu için kendilerine yandaş olan bazı büyük firmalara aktarmaktan ibaret. Sanki kamuda görev zararı kapatılıyor! Bunun adına siz ne derseniz deyin bence haksızlık… Yoksa hır…lık mı?

Mesela turizm teşvik paketinin maddelerinden biri de ülkenin tanıtımına daha fazla kaynak ayırmak. Farz edelim Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da oturuyorsunuz ve televizyon izliyorsunuz. O esnada ekrana Türkiye’nin tanıtım filmi geldi. Harika Türkiye manzaraları, uçsuz bucaksız kumsallar, masmavi gökyüzü ve tertemiz bir deniz. Hoş bugünlerde ülkemizin tanıtım filmleri bile bir başka ya neyse. Peki siz hiç yabancı kanallardan televizyon seyretmez misiniz? Televizyonda reklamlar bile gösterilirken alt yazıyla son dakika haberleri geçer. Eee peki, seyredenlerin; reklamların verildiği kanalların o alt yazılarında geçen, Türkiye’de bombalardan her gün hayatını kaybeden onlarca kişinin haberlerinin yer almayacağını, görmeyeceklerini, görseler de terör ve güvenlik zafiyetlerine rağmen ülkemizin cazibesine kapılarak canlarını feda edercesine gelmek isteyeceklerini mi zannedersiniz? Bu insanlar o kadar saf olmayacağına göre bu parayı kimlere ne için verirsiniz?

Milyonlarca mülteciye kapılarımızı açtığınız için bize müteşekkir olacaklarını sanırsınız, değil mi? Keşke olsalar! Bu insanın doğasına, sosyoloji bilimine, tarihe aykırı! Hangi millet tarihte kendisine yapılan haksızlıkları, zulümleri unutmuş ki onlar unutsun! Hem bu insanların sıcak yuvalarını yıkacak politikalar güdüp, ülkelerini cehenneme çevirenlerin ocağına kürek kürek kömür atacaksınız, sonra da kasabın bıçağını yalayan kuzular gibi bu mültecilerin bize şükran duymasını bekleyeceksiniz! Olacak şey mi? Tarih çoktan hükmünü veriyor. Ceremesini de bütün ülkemiz çekiyor…

Aslında ne desek boş! Bir kere oyları alıp seçildiler ya, artık gelecek seçimlere kadar ne yaparlarsa yapsınlar, onlara hukuk işlemez, yanlışları doğru, yalanları gerçek, sorumlulukları yokmuş gibi göstermek için okyanuslar kadar geniş cehaletleriyle konuşurlar ve de konuşurlar…

Oysa sizden tek istediğimiz, ah bir bilseniz! Sizin öncelikli işiniz, ortalığı kırıp dökmeden, ülkedeki güvenliği sağlayıvermeniz…

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page