top of page

Aklın Kusuru!


Kusur nerede? Kitapta mı? Yazarda mı? Yoksa içinde yaşadığımız şu zamanlarda mı?

Seçim atmosferine girildiği zaman içimi kemiren bir duygu oluşuyor; boşluk. Ahlaki bir boşluk! Bana öyle geliyor ki bildiğimiz tüm değer yargıları, sanki değerli olmaktan çıkıyor. Politikacılar için hiçbir şeyin sınırı yok; bu iliklerine kadar insanlara hissettiriliyor…

Biliyorum etrafına bakan herkes komşuları, dostları hatta hasımlarıyla aynı gösteriyi izliyor. Ama birinin çok şeyler gördüğü yerde bir diğeri daha az şey görüyor. Sorumlusu gözümüzdeki katarak perdesi değil. Aklın kusuru. Biri kara görürken diğeri ak, biri büyük görürken öteki küçük; biri kaba saba ve kültürsüz görürken, başkaları ilah görüyor. Bakış açısının sınırsızlığı yüzünden diğerlerinin neleri göremediğini bilmiyor, sadece kendimizce tahminlerde bulunuyoruz. Ama olsun geride kalan kendi iç sesimiz var!

Bilirsiniz insan ne iyidir, ne de kötü; içgüdülerle ve yeteneklerle doğar; toplum onu olgunlaştırır, daha iyi kılar. Ama bireyin içindeki çıkar duyguları var ya, ben, ben, ben… İşte toplumsal değer yargıları bu ‘beni’ baskılamazsa, insanın kötü eğilimleri sürgün verip, gelişiyor. Maalesef siyaset uğruna çıkar duyguları açık ya da gizli politikacılar tarafından hep kışkırtılıyor, değer yargıları katlediliyor.

Akıp giden olaylar ve insan manzaraları; benim baktığım pencereden hangisini yazmalıyım ki? Sanki hepsi bana ‘suyun üzerine yazıyorsun’ diye haykırıyor…

Söyleyin dostlar yazmak için en uygun zaman hangisidir? Bugün mü, yarın mı yoksa dün müydü? Bilemiyorum…

Bazen rüzgârın özgürlüğünü kıskanıp, içimde beliren imgeleri ve düşünceleri birbirine bağlayarak kâğıda dökmek istiyorum. Önce, dilin uyarıcı özellikleri yaşamda önemli rol oynar, diye kendime cesaret veriyorum. Sonra, çoğunuz gibi vazgeçiyorum; çünkü yazacaklarımı kendim için, insanlık için çok önemli hissederken, başkaları için hiç öyle olmadığını fark ediyorum. Yazılanlar ve çalışmalar olduğu yerde duruyor, kâğıtlardan uzaklaşmaya başlıyorum…

Aslında etrafa şöyle bir bakınca, insan yaşamlarının değirmenlerdeki buğday taneleri gibi öğütülüp un ufak edildiğini görmemek mümkün değil. Ve ben bütün bu olan bitenlere son romanımda aklın kusuru deyip geçiyorum.

Ne dersiniz dostlar, "Aklın Kusuru" deyip bir kenara bıraktıklarımızın gelecekte akla uygun olanın ta kendisi olduğunu idrak edeceğimiz günler gelir mi acaba?..

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page