top of page

Ümmet


Siyasetçilerin iktidar mücadeleleri benim ilgi alanımın dışındadır. Birbirlerine, kayıkçı kavgasındaki gibi istediklerini söylesinler. Normalde umursamam. Ancak ne hikmetse son zamanlarda ‘Ümmet’ kelimesini sıkça duymaya başladık! Her işittiğimde içim kararıyor. Neden derseniz cevabı çok basit:

Ümmet devrinin bu coğrafyada şundan iki/üç kuşak önce, ninelerimiz ve dedelerimize yaşattığı o insafsız ve unutulmaz acıları, yoklukları, hayatta kalma ve bağımsızlık mücadelelerini görmeyen, tarih bilincinden yoksun bir zihniyetin, sırf iktidarda kalma hırsıyla hortlatılmak istenmesi yüzünden.

Çok tekrarlanan bir sözdür: Cehalet, 'bilmemek' değil; ‘bilmediğini bilmemektir.’ Mesela ‘Ümmeti bölmeyin’ sözü, olsa olsa, ya ideolojik saplantıdaki cehaletin günümüzdeki uygulamalı hali ya da körlük.

1907 tarihli bir haritaya baktığımızda ümmet zihniyetiyle yönetilen ve gayretlerin ümmeti bölmeyelim stratejisiyle yönlendirildiği Osmanlı toprakları şöyleydi:

Selânik-Manastır-Kosova bölgesi; Doğu Rumeli, bugünkü Batı ve Doğu Trakya; On iki adalar; bugünkü Arnavutluk, Makedonya Cumhuriyeti; Suriye-Irak-Lübnan-Ürdün-Hicaz-Yemen; Trablusgarp (Libya) sözde Osmanlının idi... Oh ne güzel!...

Peki, bu geniş coğrafyaya yayılmış devlet dili, kültürü, örf ve adetleri ile tek bir ümmet miydi?

Değildi.

Osmanlı hükümetinin sözü bu topraklarda geçiyor muydu? Cevabı şu paragrafta özetli:

“Sultan Hamid'in otuz seneye ulaşmış iktidarındaki mutlak merkeziyetçi kontrol mekanizması, buralarda hükmünü yürütemiyordu: Kapitülasyonlar hükümran bir devletin en meşru ve zorunlu haklarını, bu bölgede hazin bir nazariye haline getirmişti. Selanik-Manastır-Kosova'daki, büyük devletlerden gayrı İspanya-Hollanda-İsveç-Portekiz'e kadar yaygın konsoloslukların, çoğu kıdemli komiteci olan kavaslarının(güvenlik görevlisi) bile Osmanlı bürokratlarına göre ayrıcalıkları vardı: Bir zamanlar dünyaya hükmeden o cihan devletinin ne asayiş, ne adalet, ne mülkiyet mekanizması, vatan toprağını nüfuz mıntıkalarına bölmüş yabancıların barikatlarını aşamıyordu.”[1]

Ah, ah, vah, vah!

Zaten sözü geçseydi Osmanlı Devleti için ‘Hasta Adam’ denmezdi.

Varlığını ancak karşılarındakilerin aralarındaki çekişmelerle sürdüren Osmanlı, düşmanlarının birleştiği anlarda; Balkan Harbiyle, Birinci Dünya Harbiyle bölüşülmedi mi?

Bu duruma karşı ümmeti bölmeyelim zihniyeti ne işe yaradı? Hiç…

Peki, son Osmanlı Meclisinin ‘Misakı Milli’ sınırlarını ümmet değil, millet anlayışıyla çizdiğini, Kurtuluş Savaşında ümmet devrinin bitirildiğini ve sonunda Lozan’da tescillendiğini unuttuk mu?

Anayasamızın değiştirilemeyecek hükümlerinden II. Maddesini hatırlatmaya gerek var mı?[2]

O ümmet zihniyetinin bir arada tutamadığı toprakların üzerinde, bugün on yedi ayrı devletin hüküm sürdüğünü görmüyor muyuz?

Ümmeti bir arada tutmaya çalışan hasta adam çoktan öldü.

Türkiye Cumhuriyetine yüzyıl sonra hortlaklardan medet ummak asla yakışmaz…

[1] 1907'de MİSAK-I MİLLÎ Ali Fuat CEBESOY, Yayına Hazırlayanlar: Dr. Faruk SÜ KAN Cemal KUTAY İSTANBUL-1989

[2] II. Cumhuriyetin nitelikleri

MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan

haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve

sosyal bir hukuk Devletidir.

 
 
 

コメント


bottom of page