top of page

Tanrı Rolüne Soyunanlar!


Yataktan kalktı. Güneş doğmuş, yeni bir gün çoktan başlamıştı. Aynaya baktı. Aklı gece gördüğü rüyaya takılı, yüzü henüz uyanamamıştı. Evin içinde biraz dolandı. Yatarken koltuğun bir kenarına bıraktığı akıllı telefonunu gördü. Eline aldı, açtı, günlerdir başının etini yiyen güncelle beni mesajını görünce yüzü buruştu. İki yıldan eski akıllı telefonların işletim sistemini güncelleyince sorun çıktığını arkadaşlarından duymuştu. Omuz silkip mesajı kapadı, sanal ortamda ne var ne yok, şöyle bir uygulamalar arasında gezindi. Facebook, Whatsapp, Instagram üzerinde onlarca arkadaşı çoktan aklından geçenleri paylaşmaya başlamışlardı.

Kimi endamını koymuştu, ayna ayna söyle bana var mı benden daha güzeli, yakışıklısı dercesine; kimi gezdiğini, gördüğünü, yediğini, içtiğini bakın ben nasıl güzel yaşıyorum diye; kimi de kalbini ve ruhunu eğer dost arıyor ise… Kimi bilgeliğini, kimi cehaletini sergilerken, kin ve nefret kusanlar da az değildi her ne hikmetse! Normalde insanın boğazını sıksalar vermez ailesi, özeli, kalbi ve ruhu hakkında o kadar malzeme. Ama bu ortam sanal ya, en üstte de yazmışlar, ne düşünüyorsun diye, sanki teşvik edercesine. Bir süre “Şu sanal ortam gerçekten bir âlem!” diye söylenerek kafasını kaşıdı. Sanki Edip Cansever'in “Masa da masaymış ha. Bana mısın demedi bu kadar yüke. Bir iki sallandı durdu. Adam ha babam koyuyordu," şiirindeki gibi arkadaşları, durmadan yapıp ettiklerinin fotoğraflarını sanal âleme koyup paylaşıyorlardı.

Henüz yüzünü yıkayıp kahvaltıya bile başlamamıştı; dayanamadı, dün gece arkadaşıyla şen şakrak eğlenirken çekilmiş bir resmini sanal ortama koydu. Ardından refleks bir hareketle güncelle mesajına onay verdi. Tuh hata yapmıştı; pişman oldu ama artık iş işten geçmiş telefon işletim sistemi kendini güncellemeye başlamıştı. Neyse deyip telefonu bıraktı, kahvaltıya geçti. Aklı, resmi kimlerin beğenip ne yorum yapacaklarında takılı kaldı. Çok geçmeden kimi beğeni tıkladı işaret bıraktı, kimi de aklına gelen ilk sözlerle yorum yaptı. Gelen her bildirim ile telefonu vınladıkça, onun da yüreği zıpladı. Ara sıra açtı baktı, yorumların çoğu ipe sapa gelmez laflardı. Boş ver dedi, öyle de olsa bak herkes beni konuştu...

Eş dost mavrasından sıkılınca, takip ettiği siyasetçilerin tweetlerine baktı. Çoğu palavra sayılırdı. Açık gizli fark etmez algı yönetimi, psikoloji, sözde felsefe, beyin yıkama ve propaganda en çok malzeme bu maksatla dolanıyordu. Bilirsiniz politik fikirler mantığa dayanmaz; temelinde duygudaşlık, yandaşlık vardır. Bu yüzden yandaş avlamak çok modaydı. Takılmadı, bunlar ekmek su gibi lazım tabii siyasilere diye mırıldandı.

Ardından bugün ne yapsam, ne yapsam? diye konuşarak salonda dolanıp durdu. Şu sanal ortam gerçekten çok hoş olsa da her şey sanki bir sabun köpüğü gibiydi. Paylaşılan resimler, o güzelim pozlar, en coşkulu sözler, sevinçler, üzüntüler, tarih, fizik, kimya, matematik arayıp bulmaya kalksan bir ömür yetmez derya deniz bilgiler, derin mi derin felsefi cümleler, siyaset, müzik, şiir ve edebiyat yaşama dair her şey bir anda önünüzden geçiveriyor, sonra çok çabuk unutuluyorlardı. Aklından o saniye, internet yok iken, bırakın Facebook, Whatsapp, Instagram’ı kullanmayı, bunları icat edenler bile henüz anasının karnından doğmamışken; anlayacağınız deve tellal pire berber iken bizler annemizin beşiğini tıngır mıngır sallar iken; insanlar ne yapıyorlardı, diye geçti. Sanal ortamda binlerce arkadaşı vardı, sokakta yanından geçseler onda birini tanımazdı.

Birden elindeki telefonun donduğunu fark etti. Açılması için her bir düğmesine uzun uzun bastı. Bataryayı bile çıkarıp üfledi müfledi sonra yerine taktı. Ne yapıp ettiyse de telefon açılmadı.

Telefonun onu yolda bırakmasının hiç zamanı değildi. Dışarı çıksa eşten dosttan gün boyunca gelecek onlarca sms, mms, messenger, whatsapp mesajlarını, facebook, instagram beğeni ve yorumlarını zamanında takip edemeyeceği için endişeye kapıldı! Akıp geçen sosyal ağ dedikodularına zamanında cevap yetiştiremeyince millet kim bilir neler düşünüp hakkında dedikodu yapacaktı. Eyvah ki eyvah bir durumda kalmıştı!

Telefonu onartmak için kahvaltısını bile bitirmeden hemen en yakın yetkili servise koştu. Elindeki telefon sözde en iyi servis ağına sahipti. Herhalde çok yoğun çalıştıklarından, koşarak gittiği servis ancak beş altı gün içinde arızayı teşhis edip onarıma başlama onayı almak üzere ona döneceklerini söyledi. O kadar uzun süre telefonsuz kalmaya dayanamazdı, vazgeçti, başka teknik serviler aradı. Zaten çarşıda ne yana baksa her tarafta cep telefonu teknik servis yazıyordu, gözüne kestirdiklerine girip telefonu gösterdi. Sonunda biri telefonu bırak abi yarına kadar nesi var bakalım! dedi. Telefonu dükkândaki gence bırakıp evine döndü. Bir günlük ayrılığa dayanabilirdi…

Sık sık eli cebine gidiyor, telefonun orada olmadığını hatırlayınca kendine gülüyordu. Günde en az yüz defa telefonun kapağını açıp ne var ne yok bakardı. Şimdi kendini boşlukta hissediyordu. Saatler geçtikçe ayrı kaldığı sanal ortamda olup bitenlere ilişkin merakı dayanılmaz bir hal almıştı. Kaşı hafiften seğirmeye başlamış, hiç sebepsiz terliyor, içinde bir sıkıntı hissediyordu. Yıllar önce sigarayı bıraktığında da günlerce böyle hissettiğini hatırladı. Sanki cep telefonuna bağımlı olmuş, bir süre yokluğu bile gününü zehir ediyordu. Haydi canım olacak şey mi? Telefona bağımlılık olur muymuş? deyip geçmeyin, kim bilir bir gün sizin de başınıza gelebilir.

Sağa sola yapılacak ödemeleri vardı, cep telefonsuz internet bankacılığı kullanılamadığından şimdi işi gücü bırakıp bankaya gitmek ya da bir bankamatik bulmak zorundaydı; of aman of hiç çekilecek iş değildi! Ödemeleri birkaç gün geciktirse dünya batmazdı; o da öyle yaptı. Boş ver biraz kafayı dinlerim, eskiden böyle organize işler mi vardı dedi. Birden alışverişlerinin birikmiş kulüp puanları aklına geldi, aksilik bu ya iki gün içinde kullanım süreleri dolacaktı; cepten şifre gelmeden onları da kullanamazdı.

Sanki evrende yapayalnız, çırılçıplak kalmıştı. Tespih gibi oyalandığı oyuncağı elinden alınmıştı. Sinir olsa da ayarlarından kapatmaya kıyamadığı o tık, tık, tık mesaj bildirim seslerini bile şimdiden özlüyordu. İnanmayacaksınız ama bu sesler bazen ona yaşamın dinamikleri içinde var olduğunu gösteriyordu. Telefonun yokluğu gerçekten dayanılmazdı. Onunla bir bilseniz, ne güzel anları paylaşmıştı; içinde sadece ikisinin bildiği sırlar ve numaralar; sevinçlerin ve üzüntülerin fotoğrafları, ses kayıtları, mesajlar, duygu tellerine dokunmuş nice yorumlar vardı. Neredeyse hayat arkadaşı gibi olmuştu. Aksilik bu ya geçen haftaki yurtdışı gezi fotoğraflarını henüz whatsapp’tan paylaşıp eşe dosta hava atamamış, şimdi telefonun onarımını beklemek zorundaydı. Saatler geçmek bilmiyordu…

Ertesi gün oldu, kara haber tez ulaştı. Telefonun bir daha çalışma imkânı yoktu. İnsan yakın bir dostunu kaybedince hüzünlenir ya içine öyle bir kasvet çöktü. Canı sıkıldı, üç sene önce dünyanın parasını vermişti. Kıyısında, köşesinde, ekranında bir çiziği bile yok, yepisyeniydi. Telefonun başına gelenleri düşündü, sanki bir el uzaktan erişmiş, şıkır şıkır çalışan o güzelim telefonu güncelledikten sonra şak diye kapatmış, ölümüne neden olmuştu. Her gün sesini duyduğun, konuştuğun, birlikte bir şeyler yaptığın sapasağlam bir dostun hiç sebepsiz ölünce ne kadar üzülsek de; kader işte, Allah ona o kadar ömür vermiş deriz ya. Sanki bu telefonun da ömrü birileri tarafından belirlenmiş ve şimdi sona erdirilmişti. Peki bunu yapan kimdi? Telefonun yazılım programı. Telefon bir yere çarpmadı, düşmedi yani donanımı görünüşte sağlam olduğuna göre tek suçlu o olmalıydı. Tamirci gençte, abi üç yaşında telefona güncel işletim sistemini yüklersen, artık etten yağlı tirit olmaz misali, kaldırmaz demişti. İyi de güncellemeyi her gün gönderip hatırlatan, telefonu üreten firma değil miydi? Demek bunların elinde ürettikleri ürünü uzaktan öldürecek bir program olmalıydı. Tanrının insanların canını alması gibi yazılım programı da cep telefonunun ömrünü sona erdirmişti. Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş, ne kadar itina göstererek kullansanız bile elektronik cihazların ömrü onu üreten firmanın kararına bağlıydı.

Eğer öyleyse, bilgisayar programlarıyla çalışan akıllı telefonlar, akıllı evler, akıllı arabalar, sanayi devrimi 4.0, akıllı robotlar, yapay zeka gibi ürünleri üreten firmalar yavaş yavaş Tanrının rolüne mi soyunuyordu?

Muhafazakârlığımızla övündüğümüz bu ülkede neden hiç kimse o firmalara “sen kimsin ya?” diye sormuyordu...

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page