Toplumsal Hafızanın Adaleti
- Tamer Şahin
- 7 May 2015
- 3 dakikada okunur

Hepimiz farkındayız. Türkiye siyasi, ekonomik ve sosyal olaylar bakımından çok hızlı ve dinamik bir süreçten geçiyor.
Seçimlerle kalkıp seçimlerle yatıyoruz. Geçen sene Mart ayında Belediye seçimlerini, ardından Temmuz’da Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini yaşadık. Şimdi de 7 Haziran’da yapılacak milletvekili genel seçimleri sürecini yaşıyoruz.
Her şey sanki birden ortaya çıkıyor, sonra da sabun köpüğü gibi eriyor.
Ergenekon, Balyoz, Darbe yapacaklar diye halka söyledikleri her şeyin yalan, kurmaca ve düzmece olduğu çıkmadı mı ortaya?
Paralel dedikleri cemaat ile kol kola, gerine gerine daha düne kadar yapılan işbirliğine ve bu ülkenin kurumlarına verilen zararlara dönüp bir bakın hele!
Yazık mı yazık! Harcanan insanlara, ülkenin enerjisine, boşa geçip giden zamana.
Terörü sona erdirmek için ‘barış süreci’ adı altında topluma söylenen yalanlara ne demeli?
Bir de şimdi aynı kişilerin seçim meydanlarında söylediklerine bakın!
Sanki onların aklı çok uzun toplumun hafızası da çok kısa…
Terör bitti mi peki? Maalesef hayır. Yalandı zaten. Bu yolla bitmeyeceği belliydi…
Ya ekonomi, alıp başını giden döviz fiyatları, her gün azalan cebimizin alım gücü!
Toplumun hafızasını cepteki para kadar mı kıt sanıyor bazıları?
Bu seçimlerin ‘cambaza bak cambaza’ söylemi de “HDP barajı aşar mı?”
Aşsa ne olur aşmasa ne? Sen asıl barajın gerisindeki niyete bak?
Bunca insan ölmüş, acılar çekilmiş. Hala cambazı mı seyredeceğiz?
“Toplumsal Hafızanın Adaleti” varsa aşmaz.
Şimdi iktidar partisi Anayasayı değiştirmek, başkanlık sistemi getirmek istiyor ya.
Sor bakalım ihtiyaç var mı? Bu sorunun cevabına kendileri dâhil inanarak “evet” diyen var mı?
Yine de algı operasyonuna son sürat devam ediliyor.
Aslında korku ve endişe muktedirleri çoktan sardı.
Alın bakın Suriye’ye müdahale dedikodularına! Ortalık en tazesinden toz duman.
Siyaset bu diyeceğim ama, değil. Cambazlık bu!
Gene de ne olacağı hiç belli olmaz. Zihinler karışık!
Bir yanda akıl almaz zenginler türedi. Dudak uçurtan cinsinden!
Servet düşmanı mıyız? Kesinlikle hayır!
Öte yanda yoksulluğun pençesindeki milyonlarca insan içine düştükleri yoksulluktan kurtulmanın çaresini arıyor.
Nasıl mı?
Kimisi; boynuna dayatılmış keskin kasap bıçağını yalayarak, kimisi de sadaka yoluyla! Ama uyanıksa muhakkak vurguna, çalmaya, yolsuzluğa ortak olmayla…
Var mı bir ikirciklik?
Çok azımız zengin, birazımız orta, çoğumuz ama pek çoğumuz fakir. Bekle ki değişsin!
İşin en zor yanı da burada zaten!
Fakir halk bir kere bunlara inanmaya başladı mı doğruları anlatmak gittikçe zorlaşıyor. Artık hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, ahlaksızlık ayıp olmaktan çıkmış. Siyasi partiler ister istemez yalan fabrikası haline gelmiş. Akıl almaz yalanlar ve hayaller artık en açık gerçeklerin yerini almıştır.
Seçmen söylenene değil, söyleyenin kim olduğuna ve gücüne, daha da önemlisi seçim vaatlerinde bulunanlardan hangisinin vurguna, üçkâğıda, suiistimale daha açık ve yatkın olduğuna bakıyor.
Ahhh güzel ülkem ahhh!
Can güvenliğinin, adaletin, özgürlüğün ve iç barışın her geçen gün kötüye gittiği o güzel ülkem! Nazar mı değdi ne oldu sana?
Sadece sorun iç meselelerde mi? Keşke öyle olsa!
Yüzyıl yıl önce yaşanan savaşların acılarına saygı duymak yerine, uluslararası emperyalist güçlerin eski siyasi mücadelelerini bilinçli bir şekilde soykırım adı altında günümüze taşıma gayretleri devam ediyor… Kaşı babam kaşı! Ha bire kaşı… Ülkemiz çok jeostratejik bölgede ya!
Suriyeli mülteciler, IŞID terörü…
Ege’de, Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de yaşanan siyasi gelişmeler…
Oooof ki offff! Adaletin bu mu dünya?
Toplumsal hafızanın adaleti var mıdır hakikaten?
Bütün bu olup bitenlere “Yeter artık!” diyecek.
Toplumsal hafızayı oluşturan en önemli unsur tarihtir derler ya. Günü gelince cevabını verecek, doğruyu ve âdil olanı gösterecek!
Ama hangi tarih?
Resmi tarih mi? Yoksa Buğulu(!) Küller altında(!) Gizli, saklı ve gizemli(!) Gayri resmi tarih mi?
Tarih dediğimiz şey de ilginç bir ürün. Tarihi sadece muktedirler ve galipler yazar, mağluplar ve halk da buna inanır ve benimserse, elbette bu anlatılanların pagan kültüründeki tek taraflı destansı anlatılardan bir farkı kalmaz. Olur sana bir masal. Bazen resmi tarih; yalan yanlış bilgi ve hatıralarla toplumu mest eder, insanlara yıllar sürecek gizemli rüyalar sunar. Yanlış mı?
Elbette Büyük Önder Atatürk’ün dediği gibi âdil ve doğru yazarsanız tarih, geleceğe uzanacak bir toplumsal kimlik oluşumuna çimento görevi yapar.
Ancak resmi tarih diye yaftalanıp kenara atılanın yerine konan izahatın, saf ve katıksız bir gerçeği anlattığına da emin olamazsınız. O anlatılanlar da aslında bir tercihin yansıması değil midir?
Ne olursa olsun. Tarih gerçeğe ulaşmada elimizdeki tek vasıta…
Günlük hayatımızda bizden önceki nesillerin hayal bile edemeyeceği bilim, kültür, iletişim, ulaşım, barınma, beslenme, sağlıklı yaşam, bireysel hak ve özgürlükler, eğitim vb. olanaklara sahip olmamıza karşın; bu seviyeye nasıl geldiğimize kafayı hiç yormayan; geçmiş nesillerin bıraktığı mirasın ne olduğunu bilmeyen; daha da kötüsü geçmişte nelerin mücadelesinin verildiğinin farkında olmayan nesillerin toplumsal hafızasının adil olması mümkün müdür?
Eh işte sonuç ortada…
Tarih hafızamızın ayarlarını bozanlara yazıklar olsun!
Çağdaş bir refah toplumuna ulaşmanın; demokratik, laik, sosyal ve hukuk devleti vasıtasıyla güçlü bir ulusal kimlik içinde sahip olunacağını neredeyse unutturdular…
Uzun lafın kısası şu:
Sandığa gideceksiniz ya! Her söylenene aldanmayın!
Kendimizden vazgeçtik, bari çoluğumuzun çocuğumuzun geleceğini karartmayın.
Tamer Şahin
Opmerkingen