top of page

Baştan Kokan Balık ile Denizin Tadı, Tuzu ve Hayali

Hikâyeyi bilirsiniz: Adamın biri balık tablasına eğilip, balığın kuyruğunu koklamaya çalışıyormuş. Balıkçı: Beyim, demiş; balık baştan kokar... Yanlış yeri kokluyorsun!

Adam: Biliyorum, demiş; bunun başının koktuğu her halinden belli de, kokuşmuşluk kuyruğa sirayet etmiş mi diye bakıyorum.

Bunlarınki de sanki o hesap. Sözde devlet adamları(!), halkın oylarıyla seçilmiş siyasetçiler; birbirine girmiş, küfürün, itirafın, rezaletin, rüşvetin, tehdidin, korkunun bini bir para; devletin itibarı, anayasa, yasalar, kurumlar ayaklar altında; ekonomi batmış, yoksulluk, çaresizlik, cehalet ve de ihanet tavan yapmış; bilmiş bilmiş adamlar ekranlara çıkmış, bak balığın kuyruğu kokmamış diye hâlâ halka masal anlatıyorlar. Koca balık bu reis. Yakalandı mı kokacağı bilinse de, çıkarırlar sudan eninde sonunda.

Boş verin bütün bunları. Ekranlardaki atışmalar kimsenin karnını doyurmaz. Açın rakınızı, koyun mezenizi!

Victor Hugo der ki, “Yaşayanlar, ölüler ve bir de denizciler vardır.” Yaşayanlara göre deniz; uçsuz bucaksız burçak tarlalarında uzanıp giden buğday başaklarının fısıldayan sesidir. Varsın yaşayanlar öyle bilsin!

Bana göre deniz; günlerce esen “poyraz”ın ya da “karayel” in kulaklarımda çınlayan uğultusudur. Kıyıdaysam; yalçın kayalıklara vuran bembeyaz dalgaların ürkütücü heyecanı, ya da suskun kumsallarda sevişir gibi nazlı nazlı dans eden dalgaların ninni sesleri, teknedeysem; uçsuz bucaksız denizlerin içime doldurduğu sonsuzluğun büyüleyici huzurudur. Şu anda mı? Tabi ki tabağımda balık, rakıma da meze… Siz ne sandınız ki?

Denizi yaşamak özgürlük değil midir? Deniz dediğin; görmediğin, bilmediğin ufkun ötesindeki gizemli yerler, hayalindeki başka başka dünyalardır. Havasını, suyunu, bulutunu, rüzgârını, turkuazını, yeşilini, gecesinin ay ışığını, yakamozunu, gökyüzünün yıldızını, dibinin balığını, böceğini, yosununu, sahilinin çiçeğini, ağacını, yemeğini, şarabını, dürüst ol en çok yosmasını, aslında insanını merak ettiğin yerdir.

Elbette Marmara da deniz, okyanus da deniz! Kadıköy’den Eminönü’ne şehir hatlarıyla geçip beni lodos çarptı dersen de denizdesin, dalgaların hiçbir kara parçası tarafından durdurulmadan dünya etrafında dönüp durduğu güney okyanusunda “Kükreyen Kırklar”, “Öfkeli Elliler”, “Çığlık Atan Altmışlar ”da rüzgârların sürekli kasırga ve fırtına şeklinde estiği, dalgaların 40 metre boyuna ulaştığı yerlerde aylarca seyredersen de denizdesin.

Deniz demek sadece yosun kokan, tuz kokan, kız kokan, masmavi suyu sevmek değil; fırtınayı, rüzgârı, dalgayı, yağmuru, ıslanmayı, kaçmayı, kovalamayı, mücadeleyi, sabretmeyi, doğayı sevmek; akıl ve bilgiye saygı duymaktır. Yaşamdaki yerini, insan olarak haddini bilmektir…

İster küçük bir koyda veya sahil kıyısında ol, istersen okyanusun ortasında, hatta denizi görüyorsa evinin küçük balkonunda, hiç fark etmez! Balığın baştan kokacağını bilenler için denizin tadı da, tuzu da, hayali de yeter namusunla insan gibi yaşamaya ve de yaşatmaya...

Tamer Şahin

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page